Alışmak, korkaklıktır!
Her sabah aynı şey oluyor çünkü. Genç adam erkenden sokağın başında beliriyor ve tedirgin adımlarla yürüyüp usulca caddeye iniyor. Cadde, o saatlerde hayli kalabalık. Biraz tutuk, dalgın, bir yerlere yetişmeye çalışan büyük bir insan seli akıyor kaldırımlarda. Kalabalık sanki sokağa düşmüş, yarım kalan uykusunu arıyor. Genç adamsa her sabah aynı rüyayı görmek için iniyor caddeye.
Yolu adımlayıp kaldırıma geçiyor önce. Durağın tam karşısına… Omzunu köşedeki direğe yaslıyor. Her seferinde aynı yöne çeviriyor gözlerini. Öylece bakıyor ve bekliyor bir süre. Sonra birden telaşlanıyor. Yüzü kızarıyor. Göğsü daralıyor. Omzunu ayırıyor sokak lambasından. Efendisinin azarladığı bir köle, günahları yüzüne vurulan bir suçlu gibi birden yere iniyor gözleri.
Hâlâ bakıyor aslında…
Her an kaçmaya hazır gibi… Yolun diğer ucundan gelen o kıza bakıyor. Ağır ağır durağa geçiyor kız. Genç adamın bakışları daha da iniyor yere. Daha da kaçmaya başlıyor beklediğinden.
Sonra o sevimsiz, homurtulu, koca otobüs geliyor ve kızı alıp götürüyor.
O gidince genç adam rahat bir nefes alıyor sanki. Mutlak bir vazifeyi, bir ibadeti yerine getirmiş gibi ağır bir yük kalkıyor omuzlarından. Bir yanı bu otobüsten nefret ediyor. Bir yandan da ona minnettar aslında. Kızın bu durağa getiren tek şey o çünkü.
Derin bir iç çekip caddeye karışıyor genç adam. Hissettirmeden eriyip gidiyor kalabalığın arasında.
Çok sonra köşedeki büfeci anlıyor durumu. Karşı kaldırımda, her sabah birinin yok olup gittiğini nihayet fark ediyor. Günlerce gözlüyor onu. Renkli çikletlerin, gazetelerin, su şişelerinin arasından açılmış o küçücük penceresinden; bir ayini izler gibi yabancı gözlerle bakıyor genç adamın yüzüne. Onun bu hâli, garip hüznü yüreğine dokunuyor. Kimselerin, en çok da duraktaki o kızın göremediği varlığına acıyor içten içe.
Artık her sabah, bir merak curcunası…
Büfeci; inatla ufacık bir adım bekliyor genç adamdan. Ondan bir umuda tutunmasını istiyor. Fakat bir türlü olmuyor bu. Olamıyor… Her şey, hep aynı kalıyor o durakta. Beklemenin verdiği teselliyle avunuyor genç adam.
Büfecinin merhameti, günden güne silinmeye başlıyor. Kızıyor artık. Ara sıra genç adamı kolundan tutup onu şöyle bir sarsmak, haykırmak geliyor içinden.
“Hadi artık! Böyle sürüp gidecek değil ya…”
Hatta iyi bir göz dağı bile geçiyor aklından.
“ O gidecek ve sen buna alışacaksın. Ama asla eskisi gibi olmayacak. Tıpkı bacağını kaybeden bir köpek gibi!”
Fakat hiçbir şey diyemiyor büfeci…
Böyle bir işe burnunu sokmaktan korkuyor. Ve o da alışıyor genç adamın hâline. İşte asıl o zaman anlıyor kaybedilen rüyaların hakikâtini.
Alışmak. aslında korkaklıktır…
FARUK YILDIZ